Translate

26 Kasım 2020 Perşembe

Bir Salgın Senaryosu - Utopia

 

Birçok salgın filmi/dizisi izledim, ama onların hepsi bir "kurgu" olarak kalacak, tek bir dizi hariç... Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine izlediğim "Utopia" dizisini izleyince bu yıl bize yaşattıkları ve yaşatmaya da devam edecekleri "durum"a ne kadar çok benzediğini gördüm. Aslında her şeyi önceden planlamışlardı...

2013 ve 2014'te çevrilmiş olan İngiliz yapımı "Utopia" dizisini anlatmaya gerek yok, replikler gayet net bir şekilde kendisini açıklayacaktır ...



(Unutmadan, izlemek isteyenlere "spoiler" uyarısı)


Gerçek hayatta, PCR testinin güvenilir olmadığı defalarca ortaya konulduğu halde,
diziyle beyinlere "PCR" sözü 2013'te işlenmekte...

1.Sezon'dan iki replik daha...
"Gezegenin üzerinde en büyük olumlu etkiyi kim yaptı biliyor musunuz? 'Cengiz Han', 40 milyon insanı katlettiği için... Toprağı işleyecek kimse yoktu, ormanlar yeniden büyüdü, karbon atmosferden çekildi. Ve eğer bu 'canavar' olmasaydı, bugün ölmekte olan bu gezegende, yer için itişip kakışan bir milyar kişi daha olacaktık!.."

"Güneş bu gezegene belli miktarda enerji atar. Onu yiyeceğe, giyime, barınağa vb. ihtiyaçlara dönüştürüyoruz. Nüfusun bir milyar olması 30.000 yıl sürdü. Sonra eski güneş ışığını, petrol ve kömüre hapsolmuş güneş ışığını yani, kullanmanın bir yolunu bulduk. Onunla yaşamaya başladık. Ne oldu? Sadece 130 yılda nüfusumuz ikiye katlandı. Bir sonraki milyara ulaşmamız ise otuz yıl sürdü. Dördüncü milyar sadece 14 yıl aldı. İşte soru şu:
Örneğin, yüz yıl sonra petrol ve kömür tükendiğinde, ne olacağını düşünüyorsunuz?
Gezegende yaşayan on milyardan sadece bir milyarını destekleyebilecekken?.."


Amaç, 'ırkları' hedef almadan rastgele kadınların kısırlaştırılmasıdır...
Oysa....


"Dünya genelinde bir GRİP korkusu yarattık !..."

"Şişman Adam" 9 Ağustos 1945'te Nagazaki-Japonya'ya atılan "Atom Bombası"nın adıdır...
Yani, havadan da  "hastalıklar" püskürtülmektedir !..

Oysa...
'Bilim insanının" yaptığı şey belirli bir 'ırkı'n doğurganlığını devam ettirebilmesi ve
diğer 'ırkların' kısırlaştırılmasıdır...

"Eğer sahte salgının sonuçları gerçek bir şey üzerinden modellenirse..."
"Denham havaalanındaki ilaçlama uçağına götüreceğim..."

"...Aşağıdaki ekinlerin üzerine virüsü salacağım..."

"Aşımız var !..."

"...Bu gezegende 500 milyon insandan fazlası olmayacak !..."

1 replik daha...
Milner: Bana "Ben bir katil miyim" diye mi soruyorsun Michael? Evet katilim. Olmak istemedim. Sadece öyle oldu. Churchill veya Lincoln gibi.
Michael: Veya Hitler...!



"İnsanların aşı olması için salgın bir hastalığa ihtiyacımız yok,

Sadece salgın hastalık korkusuna ihtiyacımız var !..."

Utopia



Sonra ne mi oluyor?...

Zaman gösterecek...

Ancak, "aşı" için yapılan "baskılar" ve alınan "sıkı yöntemler" düşündürücüdür...

Eğer bu şekilde devam eder de "kazanırlarsa" neler yapılabileceklerini anlamak için,

Utopia dizisinin arkasından, her ne kadar dizide "tedaviyi" bulmamış olsalar da,

İspanya 2019/20 yapımı "La Valla (The Barier)" dizisini izleyebilirsiniz.

Dizide kolluk kuvvetleri için kullanılan kostümler bile "Nazi-SS" subaylarının üniformalarına benzemektedir !

Sinema ve TV ile bilinçaltımıza yerleştirilen "normallik" !...






Ama bu bir dizi, bir kurgu...

Öyle ise... Etrafınıza bir bakın !..


SB


Bu "sözde salgın" ile ilgili topladığım belge ve videoları

"bilgi güçtür" blog sayfamdan okuyabilirsiniz:

Dr.Margarite Griesz-Brisson

Sözde Salgının Sözde Aşısı

Toplumsal Paranoya

Arılar Ölüyorsa

Karantina ve Sokağa Çıkma Yasakları - Harry Vox

Salgın, Sansür, Doktorlar ve Hukukçular (İng)

Gilat-Gilead

Salgın ve Almanya-Amerika Raporları

Salgın ve Aşı - 3

Salgın ve Beş G - 2

Salgın ve Beş G - 1

Ani Kuş Ölümleri, Beş G ve Event201

Baz İstasyonları, Cep Telefonları,Wi-Fi ve Tabletlerin Zararları

Özgürlüğümüz Elimizden Alındı!




27 Ekim 2017 Cuma

AYLA: THE DAUGHTER OF WAR





The film ‘Ayla' was nominated for Best Foreign Language film category at Oscars, depicting the story of Sergeant Süleyman Dilbirliği and a little Korean girl, who was alone in cold and taken care of by a Turkish sergeant during the Korean War in the 1950s.





"Ayla" focuses on a real story of love during the Korean War. Sgt. Süleyman Dilbirliği, who fought in the 1950s Korean War, meets a young Korean girl whose parents were killed in the war, and he names her Ayla.

The heroes of the movie are still alive, and it shows how conscience can bring people together with love despite different languages, religions and races and how real humanity can unite people despite war.

When Sgt. Dilbirliği found the little girl in the woods, he brought her to the Turkish troops and looked after her for 14 months. He tracked her down after 60 years they were reunited.

When the first Turkish troops landed in Korea in 1950, Sgt. Dilbirliği was glad to hear from the American commander that the war was about to come to an end right after a few hundred Korean soldiers were removed from the region, and he could return home.

However, on the night of Nov. 26, they were ambushed as 350,000 Chinese soldiers crossed the border. Dilbirliği's troops fought back in the Kunuri region. First the U.N. forces retreated, then the Turkish forces.

The troops passed through villages, and in a forest came across a half-naked girl who was about to freeze to death after her parents had been killed in the war. Dilbirliği took the 5-year-old girl back to their camp and cleaned and fed her. As he thought her face shone like the moon, he named her "Ayla," meaning "Nimbus."

Ayla soon became the mascot of the troops, and Süleyman cared for Ayla the whole time he was in Korea (14 months), took photos of her and even taught her Turkish. However, when the troops had to return to their countries after the war, she was entrusted to other troops there. Dilbirliği, who left a piece of his heart in Korea, never forgot little Ayla.

As part of the events to commemorate the 60th anniversary of the Korean War, he attended a reception at the Korean Consulate. There he couldn't resist and showed a photo of himself taken with Ayla and told the story. He was curious if Ayla, Kim un Cu in real life, was still alive. Korean authorities immediately searched, and they found that she had been sent to the Ankara School where children saved by Turkish troops were placed. She got married, but lost her husband at an early age, and when her daughter-in-lawleft the house, she had to start working as a cleaner in a nursery at the age of 65 to look after her two grandchildren from her only son.

Korean authorities brought Ayla and Sgt. Dilbirliği together in Korea in August 2010, and everyone who saw the reunion burst into tears. Ayla and Dilbirliği hugged each other and cried after coming together after 60 years. All the retired sergeant could say was, "It is over girl. I'm here."

They frequently wrote each other over the years, and Ayla referred to Dilbirliği as her father and his wife as her mother in her letters.

Organized by the Municipality of Kağıthane in Istanbul in 2015, the meeting of Ayla with Korean War veteran Dilbirliği was turned into a documentary, "The Korean Ayla: The Unforgettable Legend of Brotherhood."

On the night that the documentary was broadcast, Ayla sent a video message, saying, "If it weren't for you, there wouldn't be South Korea now. You fought for us instead of us, and I'm so glad that you returned without any wounds. I would like to thank you. If you hadn't come here, there would be no South Korea now. I would like to wish all Korean Veterans a healthy and peaceful life." (media)







"Ayla: The Daughter of War" (2017)
Director: Can Ulkay - Writer: Yigit Güralp
Stars: Çetin Tekindor, Ismail Hacioglu, Kyung-jin Lee


The UNICEF Goodwill Ambassador, the 35-year-old, Turkish actress Tuba Büyüküstün, will be the first Turkish member of the jury in the Los Angeles festival.

"AYLA: The Daughter of War" was the opening film at 
"The International Asian Film Festival in Los Angeles, USA"... 
The Festival is between Oct 25- Nov 2, 2017



"한인들에게 더 많은 사랑 받고 싶어요" 
한국전 배경 터키영화 '아일라'
배우 김설과 감독 LA 방문
실화 바탕으로 한 영화로
실제 주인공 60년 만에 재회
link






WISH YOU THE BEST OF LUCK "AYLA"....







462 Turkish Soldiers are buried in the "Turkish Martyrdom"  - South Korea
We Remember...



18 Mayıs 2017 Perşembe

ABDÜLHAMİD




Karl Grune'nin yönettiği 1935 İngiliz yapımı
"Abdul the Damned" filmi 
Sultan Abdülhamid rolünde Fritz Kortner (1892–1970) 





Abdülhamid dönemi neymiş Cengiz Özakıncı'dan okuyalım...



Rus orduları İstanbul Yeşilköy'e girerek anıt dikip II.Abdülhamid'in sarayına diledikleri an girebilecek denli yaklaştıktan bir yıl sonra, İngiliz orduları da Berlin Antlaşması uyarınca İstanbul'u Rusya'nın eline düşmekten kurtarmalarının bir ödülü olarak veirlen Kıbrıs'a kendi bayraklarını dikiyordu.

Şevket Süreyya Aydemir, II.Abdülhamid döneminde imparatorluğun toprak yitimleri konusunda şunları yazıyordu:

"Masala göre II.Abdülhamid kendi zamnında düşmanlara tek karış toprak kaptırmamıştır!.. Bu kadar gerçek dışı bir davanın, nasıl bir ruh hali ile ve niçin günün gerici gayretlerinde yer aldığını eleştirmek bu kitabın konusu değildir. (...) Ama Abdülhamid'in yalnız bir karış değil, evvela ve yalnız Berlin Muahedesi ile, hem de imparatorluğun en değerli parçalarından neler kaybettiğini göstermek bile, bu temelsiz gayretleri çürütmek için kafidir: Berlin Muahedesi neticesinde Avrupa'da hudutlar, hepsi de Osmanlı devleti aleyhine olmak üzere değişti. Üç büyük devletle beş küçük hükümetin sınırlarında değişmeler oldu. Osmanlı devleti, Avrupa'daki topraklarının ve nüfusunun beşte ikisini kaybetti. Bu arazi ve nüfus kayıpları şöyle özetlenebilir:


II.Abdülhamid'in Yalnızca 1878 Berlin Anlaşması ile Yitirdiği Toprakların ve Nüfusun Dökümü

* Bulgaristan emareti - 69.000 km2 - 2.700.000 kişi
* Dobruca'dan Romanya'ya verilen - 14.000 km2 - 170.000 kişi
* Tuna, Manastır ve Kosova vilayetlerinden Sırbistan'a verilen - 7.200 km2 - 280.000 kişi
* Avusturya'ya verilen Bosna-Hersek vilayetleri - 58.700 km2 - 1.100.000 kişi
* Bosna ve Arnavutluk'tan Karadağ'a verilen - 4.700 km2 - 50.000 kişi
* Yanya vilayetinden Yunanistan'a verilen - 13.400 km2 - 300.000 kişi
* Erzurum ve Trabzon vilayetlerinden Rusya'ya verilen - 36.000 km2 - 70.000 kişi
* İran'a terkedilen Kutur arazisi - 150 km2 - 5.000 kişi
* İngiltere'ye bırakılan Kıbrıs - 10.300 km2 - 150.000 kişi

Toplan 213.450 km2 - 4.825.000 kişi


II.Abdülhamid'in başkalarına bir karış toprak kaptırmadığı yolunda son zamanlarda yaygınlaşan değersiz fakat kasıtlı yayınlar, gerçeğe dayanmamaktadır. II.Abdülhamid'in imparatorluk topraklarından kayıpları bunlarla da kalmaz. Tunus üzerinde devletin şekli hakimiyeti Abdülhamid zamanında (1881 yılında) sona erdi. Mısır üzerindeki şekli hakimiyet de onun zamanında son buldu. Basra körfezinde Küveyt ve çevresi onun zamanında İngiliz nüfuz bölgesine geçirildi. Hatta bu şekli hakimiyetleri sayarsak, Yemen'in karşısında ve Habeşistan kıyılarındaki Musavva bölgesine kadar gitmeliyiz. Böylece II.Abdülhamid, imparatorluğun son devrinde en çok toprak kaybı veren padişahtır. Onun, saltanatı döneminde bir karış toprak bile kaybetmediği şeklindeki iddialar, yersiz ve değersizdir."

Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde yaşanan tüm olumsuzlukları 1908'de II.Abdülhamid'i deviren İttihat ve Terakki Partisi'ne ve onların 1908'den sonraki yönetimlerine bağlayan Padişahlık özlemcilerinin görüşlerinin ne denli uydurma olduğu, buraya dek sergilediğimiz belgelerle ortadadır. Osmanlı 1854'ten başlayarak dışarıdan borç aldıkça toprak yitiriyor, toprak yitirdikçe dış borç alıyordu ve bunun sorumlusu, Padişahlık özlemcilerinin savladığı gibi Sadrazamlar, İttihatçılar, vs. değil, doğrudan doğruya Osmanlı'nın bilim ve teknoloji alanında Batı'nın gerisinde kalmış olmasıydı. ...

1880'lerde İngiliz Başbakanı Gladstone'un Osmanlı devletine, Türklere ve Türklüğe karşı, Osmanlı devletinin yıkılması ve Türklerin bir ırk olarak kökünün kazınması gerektiği yolundaki konuşmaları, apaçık bir düşmanlık gösterisiydi.


Cengiz Özakıncı
Türkiye'nin Siyasi İntiharı

dipnot:
* Her ne kadar adanın mülkiyeti Osmanlı Devleti'nde kalmak şartıyla yönetimi geçisi olarak İngiltere'ye verilmişse de, bu husus kağıt üzerinde kaldı ve İngiltere, bir anlaşmayla şartlı olarak girdiği adayı 15-16 Ağustos 1959'da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilinceye kadar elinde tuttu.
* 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşması - Bulgaristan, üç kısma ayrıldı. Bosna-Hersek, Osmanlı Devleti'ne ait kabul edilecek fakat Avusturya tarafından yönetilecekti. Karadağ, Sırbistan ve Romanya'nın bağımsızlığı devam edecek, fakat sınırları değiştirilecek. Kars, Ardahan, Batum, Ruslarda kalacak, fakat Doğu Beyazıt Osmanlı Devleti'ne bırakılacak, Teselya Bölgesi Yunanistan'a ait olacak. Rumeli'de ve Anadolu'da Ermenilerin oturduğu bölgelerde ıslahatlar yapılacak. Osmanlı Devleti, Rusya'ya 60 milyon ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

NOT:
Payitaht Abdülhamid Dizisi'ne ithaf olunur!..







Abdul the Damned filmi hakkında bir araştırma:
"Film bile ıspatlıyor soykırımın olmadığını!"


James Bond filmindeki beyaz kedili kötü adam Blofeld'in kimden esinlenildiği de belli oldu; 
Abdülhamid ve beyaz kedisi :)




Polis şefi Kadir Paşa rolünde Nils Asther (1897–1981) İsveçli. Tam adı Nils Anton Alfhild Asther. 
Göbek adı ALF=ALP ile Soyadı çok ilginç : AS+TH+ER. 










7 Mart 2017 Salı

Yozlaşmış Siyaseti Anlatan Filmler






"Deneyimlerinizden hiç öğrenmez misiniz?"
"Bunu hiç öğrenen var mı?"
Kirli Yarış



Yapım : ABD - 1939
Yönetmen: Frank Capra
Oyuncular: James Stewart, Jean Arthur, Claude Rains 
En İyi Özgün Oscar Ödülünü almıştır (Lewis R. Foster)

Halkın içinden gelen genç bir adam ideallerinin peşinden Washington'a gelir ve senatoda görev alır. Siyasetin içine girdiği zaman dönen oyunlardan haberdar olur, ama bu yozlaşmaya karşı mücadele eder. Senator Smith'in 23 saatlik konuşması ise sıra dışı ve muhteşem olarak değerlendirilir. 


Mr.Smith film olabilir ama,
Hiç bir siyasetçinin konuşması, 36,5 saat süren Atatürk'ün Nutuk'u gibi olamaz, 
senarist belki de Nutuk'tan etkilenmişlerdir, kimbilir...







The Candidate - Aday
Yapım : İrlanda - 1972
Yönetmen: Michael Ritchie
Oyuncular: Robert Redford, Peter Boyle, Melvyn Douglas 

Kazanma şansı olmadığını düşünen partisi Bill McKay'i kendi haline bırakır, lakin dürüstlüğü ile halkın gönlünü kazanır ve büyükler ligine girer. Ama durum hiç te gözüktüğü gibi değildir ve zamanla çevresine uyum sağlar.

"This thing you call politics? Politics is bullshit."








Yapım : ABD - 1992
Yönetmen: Tim Robbins
Senaryo: Tim Robbins
Oyuncular: Tim Robbins, Giancarlo Esposito, Alan Rickman 

Tim Robbins’in yeterince bilinmeyen bu ilk yönetmenlik denemesi, politikaya atılan bir folk şarkıcısının sahte belgeseli. Bir mockumentary olması, yani belgeselmiş gibi yapması, filmin en orijinal taraflarından biri ama asıl gücünü yaman bir siyasal ve toplumsal hiciv olmasından alıyor. Hollywood içindeki sol kanadın en aktif isimlerinden olan Robbins, bir politikacının sadece yalan dolan yoluyla ve medyayı doğru kullanarak nasıl yükselebileceğini, halkı milliyetçilik ve din gibi unsurlar üzerinden maniple etmenin de aslında ne kadar kolay olduğunu ürkütücü bir gerçekçilikle perdeye taşıyor...(alıntı)

"Keşke size 100 kere oy verebilseydim"
"Yapabilirsiniz aslında"
"Ciddi misiniz?"
"... Yo, şaka yapıyordum ..."
" Hahahaha..."






Yapım : ABD,  Almanya,  Fransa,  İngiltere,  Japonya - 1998
Yönetmen : Mike Nichols
Oyuncular : John Travolta,  Kathy Bates,  Emma Thompson

’68 kuşağı öğrenci hareketi içinden çıkıp siyaset sahnesinde yavaş yavaş yükselen ve doksanlarda Amerikan Başkanlığı için yarışan Jack Stanton ve eşinin hikayesi, Bill ve Hillary Clinton’la paralelliği sebebiyle çok konuşulmuştu. Politikaya belli bazı idealler uğruna atılan ama yıllar içinde bu idealleri teker teker görmezden gelmeye başlayan bir başkan adayı ile evliliklerini ve seçim kampanyalarını çeşitli seks skandallarından korumaya çalışan eşinin öyküsü, tıpkı bu hafta vizyona giren Zirveye Giden Yol (The Ides of March) gibi, kampanyada yer alan genç ve idealist bir danışmanın gözünden anlatılıyordu. John Travolta ve Emma Thompson’ın başrollerinde yer aldığı yapım, çiftin pis siyasi oyunlara bulaşmasını bir türlü hazmedemeyen akıl hocası rolündeki Kathy Bates’in müthiş performansına da Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde Oscar adaylığı getirmişti. (alıntı)


"Deneyimlerinizden hiç öğrenmez misiniz?"
"Bunu hiç öğrenen var mı?"






Yapım: ABD - 2008
Yönetmen: Jay Roach
Oyuncular: Kevin Spacey ,  John Hurt ,  Tom Wilkinson 


Amerika’da 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinin sonucunu belirlemiş olan Florida oylarının yeniden sayım sürecini ve perde arkasında dönen dolapları ele alan Emmy ödüllü sağlam bir televizyon filmi. George W. Bush’un zaferini ilan etmesi ve Al Gore’un mağlubiyeti ile sonuçlanan bu şaibeli süreç, sadece Amerika’nın değil, tüm dünyanın kaderini de etkilemiştir... 

EK: Öteki Sinema'dan Değerlendirme






Il Divo - La spettacolare vita di Giulio Andreotti
Yapım : İtalya , Fransa - 2008
Yönetmen : Paolo Sorrentino
Oyuncular : Toni Servillo,  Anna Bonaiuto,  Piera Degli Esposti


İtalyan siyaset tarihinin önemli isimlerinden biri olan, bizdeki Süleyman Demirel misali tam yedi kez Başbakanlık görevini üstlenmiş Giulio Andreotti’nin gerçek öyküsünü anlatıyor Il Divo. Ancak Andreotti’nin çöküş dönemine, mafya ile ilişkilerinin ayyuka çıkışına, çeşitli siyasi cinayetlerin arkasında yer alışına odaklanıyor. 


 "Priests vote, God doesn't"













"ŞEYTANIN YAPTIĞI EN BÜYÜK KURNAZLIK ; TÜM DÜNYAYA YAŞAMADIĞINA İNANDIRMAKMIŞ..."
Olağan Şüpheliler (Usual Suspects,1996)









6 Mart 2017 Pazartesi

Kralın Bütün Adamları / Çanakkale-Gelibolu








All the King's Men - 1999 BBC
Yönetmen: Julian Jarrold
Oyuncular: David Jason, Maggie Smith






Gerçeklerin çok uzağında bir İngiliz filmi...
Kralın Adamları'na Ne Oldu?



Altı ay önce (*makale Haziran 2000'den) İngiliz televizyonlarında oynayan "All The King's Men" adlı film, I.Dünya Savaşı'nda, Çanakkale cephesinde geçiyor. Film, esir alınan İngiliz askerlerinin başlarından vurularak öldürüldükleri iddiası üzerine kurgulanmış... Oysa, ne Osmanlı belgeleri, ne de İngilizlerin harp tarihi kaynakları bu iddiayı doğruluyor!...


Yıl 1915; Mayıs'ın son günleri, Birinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle sürüyor. Altı ay önce Osmanlı'yı savaş dışı bırakmak ve Rusya'ya yardım etmek için Çanakkale önlerine gelmiş olan İngiliz ve Fransız donanmaları, Boğaz'ı savunan Osmanlı Kuvvetleriyle çarpışıyorlar. 18 Mart 1915'deki deniz harekatları püskürtülmüş, 25 Nisan'da başlayan kara çıkartmasından ise henüz bir sonuç çıkmış değil... İngilizler'in Avustralya, Yeni Zelanda ve Hindistan'dan getirdiği ve belki adını bile duymadıkları bir ülkede savaşa tutuşmuş Anzak adı verilen sömürge askerleri de durumu düzeltmeye yetmiyor...


İşte tam bu günlerde, İngiltere Kralı V.George'un Sandringham'daki sarayında bir hareketlenme olur. Sarayın bahçıvanları, aşçıları, değişik görevlerdeki hizmetkarları, Gelibolu cephesinden gelen başarısızlık haberlerinden etkilenmiş ve orduya katılmaya karar vermişlerdir. Onlara göre tüm ülkenin erkekleri savaşırken Kralın hizmetkarlarının da onlardan bir farkı olmamalıdır. Sandringham sarayındaki 147 hizmetkar bir araya gelir ve savaşmak için Çanakkale'ye gitmeye karar verirler. Kralın adamlarından oluşan grup, 54.Tümen, 163.Tugay ve 5.Norfolk Alayı'na bağlı "Sandringham Bölüğü" adıyla Gelibolu'ya gönderilir.


Sandringham Bölüğü, 11 Ağustos 1915'te Gelibolu'da Suvla Körfezi adını verdikleri yerde (Anafartalar) karaya çıkar. Bölge, Türk topçusunun ateşi altındadır. İngilizlerin 163 Tugay'ı birlikleriyle, Türklere karşı taarruza geçmiş ancak Türklerin kuvvetli top atışları ve keskin nişancılar karşısında İngilizler büyük kayıplar vermişlerdir. 


54Tümen Komutanı General Inglefield, 5 Norfolk Alayı'nın komutanı Yarbay Sir Horace Beauchamp, Sandringham Bölüğü'nün komutanı ise Yüzbaşı Beck'dir. Bölük, 12 Ağustos günü Norfolk Alayı ormanlık bölgeye doğru hareket halindeyken, Türk topçu atışı altında kalır ve bir daha haber alınamaz. Ne Kral George, ne de Çanakkale İngiliz Orduları Başkomutanı İan Hamilton, bu gönüllü birlikle ilgili bilgi alamaz ve İngilizler için birliğin kaderi, 'tarihe bir sır olarak geçer'. 


Ancak olayla ilgili İngiliz kaynakların iddiaları Norfolk alayının bu çatışmalar sırasında esir düştüğü ve Türk askerleri tarafından başlarına kurşun sıkılarak öldürüldükleri yönündedir. Örneğin Britain Empire Press'ten F Loraine Petre, hazırladığı dosyada olayı, 5 Norfolk Alayı'nda bulunan Yüzbaşı Coxon ve Teğmen Fawkes'ın yaralı olarak esir düştükleri geri kalanların ise 'muhtemelen' öldürüldükleri şeklinde anlatır...


Çanakkale'de tam 85 yıl önce kaybolan bu insanların öyküsü, geçen yıl İngiltere'de bir televizyon filminin konusu oldu. 'All The King's Men' Nigel McCrery'nin aynı adlı kitabından uyarlanan 'Kralın Adamları' filmi, kısa bir süre önce de İngiliz Devlet Televizyonu BBC'de yayımlandı. Film, esir alınan İngiliz askerlerinin başlarından vurularak öldürüldükleri iddası üzerine kurgulanmış. Filmin kadrosu ise oldukça ilginç; Sandringham Alayı'nın komutanını, İngiltere'nin ünlü oyuncusu David Jason (Only Fools and Horses) oynuyor.  'Starwars' dizisinde 'İmparator' ve 'Senatör Polpotin' tiplerini canlandıran İan McDiarmid de İngiliz ordu papazı Edwards rolünde. 110 dakikalık filmde Kral VGeorge'un sarayında çalışan hizmetkarların savaş hazırlıkları, askere gidişleri, Gelibolu'daki cepheye geldikten sonra yaşadıkları günler, Türkler tarafından esir alınışları ve öldürülmeleri anlatılıyor. İngiliz TV izlenme raporlarına göre, film, yayınlandığı 14 Kasım 1999 gecesi, tam 97 milyon kişi tarafından izlenmiş. ...


Bu ilginç olayla ilgili Osmanlı belgeleriyse İngilizler'in iddialarını doğrulamıyor. Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Strateji Etüd Başkanlığı'nda bu konuda detaylı bilgisi bulunuyor. Türk Dışişleri Bakanlığı da filmin çekildiği günlerde konuyu araştırarak İngiliz Dışişleri'ne filmin insanları yanlış bilgilendirdiğini anlatan kapsamlı bir rapor gönderiyor. Ayrıca Türk Tarih Kurumu Başkanlığı da filmin senaryosunu oluşturan kitabın yazarı Nigel McCrery'e konuyla ilgili dokümanları anlatan bir yazı gönderiyor.


Türk Arşivlerindeki belgelerde,12-13 Ağustos 1915'de Küçük Anafartalar'daki Türk kuvvetlerine komuta eden 36 Alay Kumandanı Binbaşı Münib Bey'in aynı tarihli savaş tutanaklarında çatışmalar konusunda ayrıntılı bilgiler veriliyor. Bu tutanaklara göre, İngiliz askerlerinden geri alınan arazi üzerinde, 300'e yakın ceset belirlenir. Yaralılarla beraber 35 İngiliz askeri de esir alınmıştır. Buna karşılık Türk tarafının kayıpları arasında l'i subay 61 ölü,4'ü subay 169 yaralı bulunmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla, cephede çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve İngiliz tarafı ağır kayıplar vermiştir. Esir alınan İngilizler ise, filmde iddia edildiği gibi öldürülmemiştir. Bunlardan biri olan 3357 Sicil numaralı Er A.G.Brown (5'inci Norfolk Regiment 54 Div 163) yakalandıktan sonra Türk komutanlara verdiği ifadesi şöyledir;


"10 Ağustos 1915'de Tuzla Göl civarında karaya çıktım. İsmini bilemediğim bir tepeye hücumda tepenin ancak eteğinde mecruh düşerek ayın 12'sinde esir oldum. Kumandanın ismi Engelfild (Inglefield) idi, Fakat fırkanınkini veyahud livanın kim olduğunu bilemiyorum." 


Cesetler arasında baygın haldeyken esir alınan 5 Norfolk taburuna bağlı Teğmen William George Stewart Fawkes'ın esir alınmasıyla ilgili olarak verdiği ifade de bunu gösteriyor. Aynı çatışmada esir alınan 35 İngiliz askerinin nasıl esir edildiklerini, ne durumda bulunduklarını belirten ve kendi el yazılarıyla künyelerini yazdıkları belgeler, bugün Genelkurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Strateji Etüd Başkanlığı'nda bulunuyor.





Başkomutan Hamilton'un raporu


Çanakkale'deki İngiliz Başkomutanı lan Hamilton, 'kaybolan birliğin hikayesini', raporunda şöyle aktarıyor:

"Çatışmalar esnasında 163Tugay'a büyük şöhret kazandıran gizemli bir olay gerçekleşti. Savaş sahasının sağında bulunan 5'inci Norfolk Alayı, öyle bir an geldi ki; kendilerini tugayın diğer kısmından da az mukavemet eden bir bölgede buldu. Çatışmalar gittikçe şiddetlendi ve arazi de gittikçe orman ve sarp bir şekle bürünmeye başladı. Bunlar gece karargâha dönebilmek için yol buldular. Fakat, 16 subayla 250 asker, düşmanı sıkıştırmaktan ve sürmekten geri kalmadılar. Bu cesur ve kahraman askerler arasında Sandrigham Malikanesinden askere yazılmış seçkin bir bölük asker de vardı. O zamandan beri, bunların akıbetinden hiçbir haber alınamadı. (Çanakkale İngiliz Orduları Başkomutanı İan Hamilton'un Raporu, Ahmet Altıntaş, Çanakkale 1999)




Anzak Keşif Birliği: 'Bulutta kayboldular'


Yeni Zelanda Keşif Birliği 3 Takımı'ndan üç Anzak askeri, R.Reichart, K.Newnes ve J.L.Newman olayı şu şekilde rapor etmişlerdi: "Birkaç yüz kişiden oluştuğunu sandığımız İngiliz Norfolk alayının bu çökmüş yol ya da dere boyunca 60.Tepe'ye doğru ilerlediklerini fark ettik.  60.Tepe'deki birlikleri takviyeye gidiyor gibi idiler. Ancak söz konusu buluta ulaştıklarında, hiçbir tereddüt göstermeksizin doğrudan doğruya bulutun içine yürüdüler. Tuhaf yer bulutu kendi düzeylerine yükselir yükselmez hepsi birlikte Trakya'ya doğru ilerlemeye başladılar. Kırk beş dakika içerisinde de kayboldular." (Mehmet İ Gençcan,Çanakkale Savaşları ve Menkıbeler, İstanbul 1994)




Teğmen Fawkes:'Teşekkür borçluyum'


Çatışma alanında, cesetler arasında baygın haldeyken esir alınan 5 Norfolk Taburu'na bağlı Teğmen William George Stewart Fawkes'ın ifadesi şöyle:


"12 Ağustos 1915'de Anafartalar'da Karakol Dağı eteğinde bütün alayımız avcıya yayılmış olduğu haldeyken albayımız gelerek ilerlememizi emretti. Fakat, hedefimizin ne olduğunu söylemedi. Türk ateşi o derece yoğundu ki, maiyetimde bulunanlar tamamen yok edildiler, çavuş ile ben kaldım. Yüz yarda kadar ilerledik Çavuş vuruldu düştü, 30 yarda yürüdüm ki, ben de vuruldum. Kendime geldiğim zaman beni ölü zanneden Türkler, vücuduma tüfeklerini koyarak ateşe başlamışlardı. Yine kendimden geçmişim. Tekrar kendime geldiğim zaman, zapt etmeğe uğraştığım Türk siperinin içindeydim bana su, yiyecek verdiler ve omuzlarında taşıyarak, hastalara ilk müdahalenin yapıldığı yere götürdüler. Gördüğüm insani muameleye hakikaten teşekkür borçluyum."




Türk Dışişleri: 'Belgeler ortada'


Türk Dışişleri Bakanlığı, 'All The King's Men' adlı filmle ilgili olarak, İngiliz Dışişleri yetkililerine filmin çekimleri sürerken bir rapor gönderdi Raporun özeti, şöyle:


"All The King's Men adlı filmde Kral V. George'un hizmetkarlarının da bulunduğu 147 askerin kaybolduğu ve esir alındıktan sonra Türkler tarafından öldürüldükleri anlatılmaktadır. 12 Ağustos 1915 tarihinde yaşanan çatışmaların kayıtları, 36 Tümen Komutanı Albay Münip Bey tarafından tutulmuştur. Bu rapora göre, o gün İngiliz kuvvetlerinden geri alınan sahada 300'ün üzerinde ceset belirlenmiş, 35 İngiliz askeri esir alınmıştır. Eğer filmde iddia edildiği gibi savaş esirleri öldürülmüş olsaydı, bunların da diğerleriyle birlikte öldürülmesi gerekirdi. Bu insanlar tıbbi bakım yapıldıktan sonra diğer tutsaklarla birlikte savaş esirleri kamplarına gönderilmiştir. Esir alındıkları tarihten öldükleri veya evlerine döndükleri tarihe kadar bu askerlere ne olduğu, mevcut belgelerden incelenebilir. Ayrıca İngiliz General C.F. Aspinall Oglander'in, 'İmparatorluk Savunma Komitesi-Askeri Bilimler Enstitüsü' için hazırladığı 'Military Operations in Gallipoli / Gelibolu'daki Askeri Operasyonlar, Londra 1932' adlı çalışma da Albay Münip Bey'in bilgilerini doğrular niteliktedir. İngiliz tarihinin resmi kayıtları olarak kabul edilen bu çalışma, İngilizlerin özellikle bu bölgede büyük kayıp verdiklerini ancak esir alındıktan sonra hiçbirinin öldürülmediğini ortaya koymaktadır. Belgeler, Osmanlı savaş esirleri kamplarında bulunanlara insanca muamele edildiğini, uluslar arası sözleşme ve kurallara uygun davranıldığını kanıtlamaktadır. Bunun kanıtını, Uluslar arası Kızılhaç Teşkilatı'nın kamplarda yaptığı periyodik incelemelerden sonra hazırlanan raporlarda da görmek mümkündür. Elbette ki, tarihsel gerçekleri aydınlığa çıkarmak için Türk ve İngiliz belgeleri daha ayrıntılı incelenmelidir. Söz konusu film, bu gerçekleri göz önünde bulundurmadan hazırlanmıştır ve iki ulus arasındaki mevcut dostluğu güçlendirmemektedir."



Süleyman Beyoğlu
Popüler Tarih, Haziran 2000












 Tarihi bir film yapıyorsanız, Tarih yapanlara sadık kalın!..
İftira, yanıltma ve propaganda yapmayın!..





16 Şubat 2017 Perşembe

Cromwell - İngiltere İç Savaşı







“Ey bu meclisin aşağılık mensupları!.. Acele edin ve defolup gidin... 

Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.

Siz ki fitneci, fesatçı meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı’ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı?

Bir parça vicdan da mı yok? 
Atım kadar bile dindar değilsiniz!
Altın sizin yeni Tanrı’nız olmuş!
Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı! 
Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz?

Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrı’nın kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz!

Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz!

Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize!

Şimdi derhal defolun!!! 
Acele edin rüşvetin köleleri! 
Acele edin, gidin! 
Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!..”


Oliver Cromwell, 1653







Yapım: 1970 ABD-İngiltere
Yönetmen: Ken Hughes
Oyuncular: Richard Harris, Alec Guinness, Robert Morley 

Kral I.Charles'ın dini siyasete alet eden politikalarından iğrenen Oliver Cromwell (1599-1658), ailesini de alarak Yeni Dünya'ya taşınır, fakat bu arada İngiliz Sivil Savaşı çıkar. Krallıktan cumhuriyete geçiş olan İngiliz İç Savaşı sırasında Parlamento birliklerinin komuta heyetinde olan ve daha sonra iktidara gelen (1650-1658) 
Oliver Cromwell’in hayatını anlatır.










14 Şubat 2017 Salı

Marie Antoinette / Fransız Devrimi






MARİE ANTOİNETTE
Yönetmen: Sofia Coppola , 2006
Oyuncular: Kirsten Dunst, Jason Schwartzman, Judy Davis





BÜYÜK FRANSIZ DEVRİMİ NASIL BAŞLADI ?


Fransa Kralı XVI. Louis, küt burunlu, demir tokalı makosenlerinin parmak uçlarında hafifçe yükseldikten sonra öne doğru bir adım attı, durdu. Birdenbire geri dönerek aynı hareketi tekrarladı. Versailles Sarayı’ndaki odasında yalnızdı. Dev gibi odanın tüm mobilyalarını ezberlemişti. Gözünü kapadığı anda neyin nerede olduğunu bildiğinden, neredeyse kapalı gözlerle tüm odayı dolaşacak hale gelmişti: “Oda aynı oda, ama kral aynı kral değil,” dedi fısıltıyla.

Yandaki odalardan birinde Sınıflar Meclisi (Etajenero) toplantı halindeydi. Birden iki elini birbirine vurarak şaklattı. Odaya hemen muhafızlardan biri girdi: “Necker’e haber verin, Kurucu Meclis’e katılacağım!”

Ortalık karışıktı. Liberaller, öngördükleri darbeyi yapmışlar, Sınıflar Meclisi’nin üç sınıftan (soylular, ruhban sınıf ve halk) oluşarak 5 Mayıs 1789’da Verailles’te toplanmasını sağlamayı başarmışlardı.

XVI. Louis’nin mutlakıyet rejimi bu büyük tehdit karşısında tepkiliydi. Kral, toplantıların ayrı ayrı salonlarda ayrı sınıflar olarak yapılması talimatını verdi. Buna bazı asiller ve din adamları uydularsa da, Halk Meclisi (Triers Etat) birleşik toplantılara devam edeceği kararlılığını bildirdi.

İşte üzerine yeni giysilerini geçirirken XVI. Louis’nin kulaklarında o günkü çığlığı yankılanıyordu: “Ne yaparlarsa yapsınlar, oldukları yerde kalsınlar!”…

Kimse dinlemedi… Mutlakıyet rejimi yerle bir olmak üzereydi artık. Çünkü Halk Meclis’i 9 Temmuz’da kendini Kurucu Meclis ilan ederek, son noktayı koymuştu.

Louis’nin tek seçeneği vardı: Zor kullanmak. Paris sokaklarına ve banliyölerine asker yığınağı yaptı. Paris halkı da bu “önlemlere” sert tepki gösterdi. Bastille kalesi (hapishanesi) kuşatıldı, 14 Temmuz günü kuşatmacılar Bastille’i ele geçirerek, cezaevi müdürünü öldürdüler.

XVI. Louis halkına karşı kanlı bir savaşa girmeyi göze alamazdı. Bu yüzden de Kurucu Meclis’e gitmeyi daha uygun buldu. Amacı da meclis üyelerine askerleri geri çekeceğini ve biraz önce talimat verdiği eski bakanı Necker’i yeniden göreve getireceğini bildirmek istemesiydi.

Kral odada hızlı hızlı dolaşırken aklına son on yıldır ülkenin düştüğü durum geliyordu. Zaten had safhaya yükselmiş toplumsal huzursuzluklara bir de ekonomik kriz eklenmiş durumdaydı. Dışarıdan alınan borçların artmasıyla geçici bir refah düzeyi tutturulmuş, ama işte onun da sonuna gelinmişti. Gelirler artıyormuş gibi görünüyordu, ama dış borç artık altından kalkılamaz bir hale gelmişti. Fransa, uzun kraliyet döneminde ilk kez dış borç fazlası veriyordu.

Gelir tablosu 550 milyon Fransız frangına ulaşmış gibi görünüyordu ama bu gelirin üç yüz milyonu dış borçları kapatmaya gidiyordu. Görünüşte bir modernlik hakimdi. Yollar daha düzenliydi, yeni binalar yapılıyor hatta Paris’in çehresi bile değişiyordu. Sanki Fransa on yıl öncesine göre çok daha iyi durumdaydı Paris’e bakıldığında, ama durum hiç de öyle değildi. Borsa inişli çıkışlıydı. Spekülasyon en büyük baskı aracıydı.

Kral derin bir soluk aldı. Bu çelişkili durumdan kurtulmanın tek yolunun mutlakıyet rejiminden kurtulmak olduğunun farkındaydı. Bu, kralın yetkilerinin azalması anlamına geliyordu ki, bu da hiç iç açıcı bir durum değildi. Liberal politika kendi içinde çelişkiler barındırıyordu. Gerçekçi olmaktan çok uzaktı. Kağıt üzerinde ciddi gibi görünse de, yaşam bunu reddediyordu. Ülkedeki işsiz sayısı ülke nüfusunun yüzde onuna ulaşmıştı.

XVI. Louis, bazı ödünler vererek, yetkilerinin bir kısmından feragat ederek bu sancılı dönemi atlatacağını düşünüyordu. İşte Büyük Fransız Devrimi bu koşullarda başladı. XVI. Louis huzursuzdu. Tekrar makosen pabuçlarının ucunda yükseldi, yine sert bir dönüş yaptı ve bu kez bir daha geri dönmedi… Giyotin denen ölüm makinesinin bıçak ağzını ensesinde hissettiğinde alnından iki buz damlası yere damladı...


Mümtaz İdil / Odatv-2011
EK:
Kendisinden önceki bütün çağlardan süregelen değerlerin ve gelişmelerin önemli ölçüde değiştiği “Yakın Çağ”ı başlatan Fransız Devrimi 1989 yılında 200. yılını tamamlamakta ve bu nedenle yılın ana temalarından birisini “Fransız Devrimi” oluşturmaktadır.1789 da Fransa’da başlayan siyasal ayaklanmanın adı olan “Fransız Devrimi”nin nedenleri üzerinde tarihçiler birleşememekte, bazıları bu olayı “Aydınlık Çağı”nın bir entellektüel hareketi olarak görürken, bazıları ezilen sınıfların feodal zulme karşı ayaklanması olarak telâkki etmektedir.  Fransız İhtilali ve Etkileri - Prof.Dr.İsmet Giritli




Maria Antoinette Giyotine Götürülürken
MEMOIRS OF LOUIS XV. AND XVI. by Madame du Hausset, 1899/kitap




MARİA ANTOİNETTE (1755 – 1793)
Kısaca Marie Antoinette veya Maria Antonia olarak bilinir. Kutsal Roma İmparatoru I. Franz ve eşi Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa'nın kızlarıdır. Henüz 14 yaşındayken Fransa veliahtı XVI. Louis ile evlendi. 1774 Mayıs'ında XVI. Louis Fransa kralı ve Marie Antoienette de Fransa kraliçesi oldu. XVII. Louis'nin (Kayıp Döfen) annesidir. Fransız Devrimi esnasında "Vatan hainliği" ile suçlanarak giyotinle idam edildi .  Ekmek kıtlığından haberi vardı   “Ekmek yoksa, pasta yesinler!” demediğini, ya da bir çeşit ekmek olan pastayı kasettettiği söylenir.

1938 yapımı filmde giyotine götürülürken /video

1938 yapımı Maria Antonieta



*